Sınav Sistemine Eleştirel Bir Bakış

111

Sınav denince ilk aklımıza gelenler okul, öğretmen ve öğrenciler olur. Özünde sınav okullarda ele alındığından çok daha geniş bir gerçekliğe sahiptir. Genel anlamda sınav belirlenen amaçlar çerçevesinde bir şeyin ya da bir kişinin sorgulanması anlamına gelir. Yine sınav belirli bir alan, zaman yahut yerle de sınırlı tutulamaz; ihtiyaç duyulan her alanda, her yerde ve her zaman gerçekleştirilebilir. Mesela; bir doktor hastalık tanısı koyabilmek için hastalarına soru sorar, bilim adamları ise yaptıkları araştırmaların sonuçlarını tek hücreli canlılar üzerinde deneye tabi tutarlar. Öte yandan galeri sahipleri araçlarını satışa sunmadan önce, kontrole tabi tutarlar.

Sümer tabletlerinden elde edilen önemli bilgilerden bir tanesi de M.Ö 3000’de bile Sümer okullarında sınav sisteminin varolduğudur. Söylendiğine göre M.Ö 2000’de Çinliler de çalışanlarının seviyesini ölçebilmek amacıyla onları üç yılda bir sınava tabi tutarlarmış. İngiltere’nin tanınmış üniversitelerinden biri olan Cambridge 1855 yılında resmi olarak öğrenci sınav sistemini başlatmıştır. Mevcut eğitim sistemlerinde sınavın amacı kısa bir zaman dilimi içerisinde öğrencilere verilen derslerin öğrenci tarafından ne kadar anlaşıldığını, öğrencinin bu konudaki düzeyinin ne olduğunun bilinmesi amacıyla gerçekleştirilmektedir. Eğitim sistemlerine göre sınav tüm açılardan herhangi bir konunun ne kadar anlaşıldığının ölçülmesi ya da sorgulanması sistemidir. Acaba sınav sistemi böyle bir amacı yerine getirebilmekte midir?

Çoğu zaman toplum içerisinde konuyla ilgili anketler yapılmaktadır. Ancak bu tür anket çalışmalarında ne yazık ki toplumun sadece çok küçük bir kesimi(500 ile 1000 kişi arası) anketlere tabi tutulmakta ve bunlardan alınan cevapların tüm topluma ait olduğu varsayılmaktadır. Ama gerçekte toplumun önemli bir kesiminin -ki bu sayı milyonları bulabilir- görüşlerine başvurulmamış olduğu için anketin sonuçları da gerçeği yanıstmayacak, hatta yanılgılı sonuçlara da yol açabilecektir. Aynı durum okullarda da tekrarlanmaktadır. Sadece bir saatlik sınav yoluyla tarih, sosyoloji yahut matematik gibi önemli ve geniş alanlarda birkaç soruyla öğrencinin düzeyi belirlenmek istemekte ve salt sınav sonuçları üzerinden puanlama yapılmaktadır. Sınav sistemi sadece bilgilerin küçük bir kısmına dair sonuçlar verebileceği gibi, öğrencinin genel kavrama düzeyi analizinin salt sınav yoluyla anlaşılamayacağı açıktır. Sınav sisteminde içerikten alınan birkaç parça elbette ki genel kavrayışın sonuçlarını ortaya çıkaramayacaktır.

Sürekli olarak başarılı bir sınavın üç önemli bileşeninden bahsedilir; objektivizm, dürüstlük ve devamlılık. Birincisinde, öğretmeninin öğrenci notu üzerinde etkisinin olmadığı sınavlar objektif olarak tanımlanır. Acaba öğretmen dışında başka bir şey öğrencinin notunu etkileyemez mi? Herkes öğrenci haklarından ve onları şiddet, dayak, korkutma, küçük görme ve vs’den korumaktan bahseder. Ama kimse sınav sistemi ve bu sistemin öğrenci ve veliler üzerindeki olumsuz etkilerini dile getirmez. Gerçek şu ki öğrenci sınav süreci boyunca heyecan ve korkudan arınamaz, bu durum ise doğal olarak ailesine de yansır. Çünkü öğrencinin geleceği sınavdan alacağı sonuca bağlanmıştır. İkincisi dürüstlüktür. Sınav beklenilen seviyeyi ölçebilirse dürüst kabul edilir. Bilindiği üzere sınavın amacı öğrencinin bilgi düzeyinin ölçümüdür. Fakat yukarıda da dile getirdiğimiz üzere, sınav mevcut içeriğin küçük bir parçasını ihtiva ettiğinden, öğrencinin genel bilgi düzeyinin ölçümüne hizmet etmemektedir. Sınav birkaç konunun ezberlenme, anlaşılma ve yorumlanma düzeyini ölçebilir, ancak sınavla ölçülemeyecek yığınca şey olduğu da bir gerçektir; ki bunlardan bazıları cesaret, kararlılık, öncülük, merak, mütevazilik, güven, paylaşımcılık ve sorumluluk gibi meziyetlerdir. Üçüncüsü sürekliliktir. Sınav aynı durumda ama farklı zamanlarda aynı kişi üzerinden tekrarlandığında ve aynı sonuca yol açtığında, bu tür bir sınav ‘sürekli’ biçiminde tanımlanmaktadır. Ancak böylesi bir durum ve sonuç hiçbir biçimde mümkün değildir. Çünkü bir insanın iki ayrı zaman diliminde aynı durumu yaşıyor olması bile bilimsel bir ele alış olmayacaktır. Kişi maruz kaldığı ya da yüz yüze olduğu etkileşimlerden ötürü bir soruya bugün başka, yarın daha başka bir cevap verebilir. Sınav sırasında yaşadığı duygular da öğrenciyi önemli ölçüde etkilemektedir. Bu nedenle öğrencinin bir sınavın tekrarlanması durumunda vereceği cevap ekseriyetle bir önceki sınavdaki cevaplar olmayacaktır.

Campbell Yasası

Amerikalı sosyolog Donald T. Campbell daha 1976 yılında sınav sisteminin aslında önemli sorunlara yol açtığını görmüş ve konuya şöyle açıklık getirmiştir; “ Sınav sistemi normal durumlarda ve genel yeteneğin geliştirilmesinde başarı ölçüsü olabilir. Ancak dersin amacı sınav yoluyla not almak olduğunda, eğitim değerini kaybeder ve eğitim sürecinin tersine dönmesinde, amacından sapmasında rol oynar.” Campbell aynı örneği toplum açısından da şu şekilde dile getirir; “ Toplumsal politikada herhangi bir kararlaşmaya gidilirken sayının (yüzde, rakam, ölçü birimi, işaret vb) esas unsur olarak ele alınması hem sürecin hem de toplumsal araç ve kurumların bozulmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu tanımlama ‘Campbell Yasası olarak bilinmektedir.’ 

Esas sorun Campbell’in elli yıl önce dikkat çektiği husustur. Mevcut eğitim sistemleri herşeyi öğrenim yılı sonu sınavlarına göre oluşturmaktadır. Öğretmen öğrencisini sadece sınavlara hazırlamakta ve öğrenci de sadece sınava doğru cevaplar verebilmek için okumaktadır. Özel okullar başta olmak üzere, özel kurslar, özel dershaneler ve özel öğretmenler-ki bunların hepsi de paralıdır-mevcut sistemin yarattığı sonuçlardır. Yanıltma ya da kandırma da bu sistemin en tehlikeli sonuçlarından biridir. Öğrenci daha fazla not alabilmek için öğretmenini, öğretmen de öğrencisinin seviyesini daha yüksek gösterebilmek için okul yönetimini kandırmakta, okul yönetimi aynı şeyi müfettişlere yapmaktadır. Toplumun tüm alanlarında, her kurum ve kuruluşta çalışma başarısı rakamlarla ifade edildiğinde ve kararlar da bu sayılara göre alındığında, amaç çalışma başarısı değil, alınacak rakamın kendisi olmaktadır. Bozulma dediğimiz şey tam da burada başlamaktadır. Devamında ise toplumsal oluşum ve gelişim geride kalmaktadır. Gelişmenin kendisi yerine otorite sınıfında önde olmak gelişme emaresi olarak görülmektedir. Yine sonucu belirleyen rakam olmaktadır.

Mevcut eğitim sistemleri yaratımı kalıplarda yapılmış metalar gibi öldürüyorlar. Her şey sınav kalıpları ve sonuçlarına hapsedilmiş durumdadır. Yıl boyu tüm çabası yıl sonu sınav not olan öğrenci, sınav sonrası neredeyse ezberlediği herşeyi unutmaktadır. Öğrenci mezun olduktan ve bir işe girdikten sonra, ilgili işi daha önce hiş görmemiş gibi yeniden öğrenmekte, dolayısıyla pratikte birçok zorlukla karşılaşmaktadır. Öğrenciyi yaşam ve çalışmanın zorluklarına hazırlamakla mükellef olan eğitim, bu hususta da tersinden bir rol oynamaktadır.  

Eğitimin bir yarış alanı olmadığı, yetenek ve toplumsal gelişimin önemli bir aracı olduğu bilimelidir. Öğrenciye bilgiyi sevdiren meraktır. Eğitim sınavlardan azade olduğunda birebir toplumla bağlantı kurabilecek ve öğrencilerin merakını daha fazla cezbedebilecektir. Öğrencinin düzeyinin ölçülebilmesinde sınav kalıpları yerine günlük etkinliklerin gözlenmesi esas alınacak, değerlendirmeler de bu gözlemler üzerinden yapılacaktır. Bu durum birebir müfredata bağlıdır. Dolayısıyla müfredatın da salt teorik kalıplara sıkışmış olmaktan kurtarılması gerekmektedir. Bu oldukça zor bir iş ve öğretmenler için de ağır bir yük olsa da, öğretmenlerin sürekli olarak eğitime tabi tutulmaları zorlukların üstesinden gelebilmede önemli bir rol oynayacaktır. Öğretmenin değerlendirme üzerinde destek tarzında etkisi olmakla birlikte, sürekli gözlem ve denetleme sorunun çözümünü beraberinde getirecektir. Sonuç olarak gerçekçi bir değişim için sınav puanı öğrencinin değerlendirilmesinde esas ölçüt olmak yerine, genel değerlendirmenin küçük bir belirleyeni olarak kabul edilmelidir.

 

Rûbar Mihemed